3.3.09

Harry Potter and the Prisoner of Azkaban


Harry Potter and the Prisoner of Azkaban
EA Games
2004

Baylar ve bayanlar, bilgisayar versiyonuna hasta olduğum fakat konsol versiyonunu sevemediğim oyunlar listesinden bizi selamlayan Prisoner of Azkaban'ın yazısına hoş geldiniz. Kendisi bilgisayarda en sevdiğim ve en şefkatli biçimde hatırladığım oyunlardan biriyken, aynı Chamber of Secrets'ın PS2 versiyonu gibi, GameCube'da sağolsun beni sıkıcılığı, dizayn sorunları ve en önemlisi, azalmak ne kelime, yok olan hissiyle çarpmayı başardı. En azından iyi bir yönü vardı, o sıralar oynadığım Apartment Pets kadar kötü değildi. Evet. Tek iyi yanı bu gerçekten.

F**

The Sims 2: Apartment Pets


The Sims 2: Apartment Pets
EA Games
2008

Kepazelik? Evet. Tam olarak aradığım ve söylemek istediğim kelime bu Apartment Pets hakkında. Her yere götürebileceğimiz bir Sims düşlerken elimize patlayan bu müthiş sıkıcı, müthiş sıradan ve sarsıcı derecede olağan bu oyun için söylenebilecek tek kelime bu, kepazelik. Ne detaylı bir yaratım safhası, ne simüle edilebilinecek bir yaşam.. sadece düpedüz dangalaklık bu.

F

Mamma Mia! The Movie


Mamma Mia! The Movie
Yön: Phyllida Lloyd
Oyn: Meryl Streep, Pierce Brosnan, Amanda Seyfried
2008

2007 müzikaller için mükemmel bir seneydi, hatta o kadar mükemmeldi ki, 2008 için de aynı şeyi ummak aptallık gibi gözükmüyordu. Sonra Mamma Mia geldi. Bu film, alenen ve çok garip bir şekilde, bir müzikalin nasıl kötü çekilebileceğinin en büyük kanıtı, hatta o kadar ki, her sahnesini alıp negatif ders olarak anlatabilmem mümkün. Sadece iki karakterin birbirlerine bakışlarını beş dakika boyunca statik kamerayla çekme fikri kimindi bilmiyorum, fakat işe yaramadığı çok açık. ABBA şarkıları da olmasa o kadar değersiz olacak bir film ki bu... 2007 iyiydi n'oldu 2008'e ya?

F***

Mi Kubbesi


Mi Kubbesi
Nekropsi
1995

Aah, Mi Kubbesi. Türkiye'nin muhtemelen üç progressive rock grubundan biri olan Nekropsi'nin bizi bıraktığını sandığımız albümü, uzun süredir aradığım ve çok güzel koşullarda beni bulan albüm, hakkında ne söylenebilir ki? Türkiye'den bir ezginin üstünleştirilip virtüöz seviyesiyle ileriye atılması o kadar özgürleştirici ve rahatlatıcı ki, muazzam bir güç hissediyorsunuz albümün arkasında ister istemez. Sonra suratta bir gülümsemeyle "kendi kültüründen prog çıkarsa böyle oluyormuş demek" diyorsunuz, "canterbury scene biraz daha mantıklı geliyor artık."

B**

21.2.09

Absolute Garbage


Absolute Garbage
Garbage
Tür: Alternatif
Uzunluk: 72:45
Yap: Toplama Albüm
2007

Garbage'la geç tanışanların giriş bileti gibi duran bir albüm Absolute Garbage, aynı tüm diğer best of albümleri gibi. O yüzden Absolute Garbage'ı tanımlamak biraz Garbage'ın tarihini tanımlamaktan geçiyor. Garbage'ın pek fazla değişmeyen, fakat yine de standart bir popüler gruptan çok daha fazla farklılık gösteren tarihi etkileyici, fakat Garbage hakkındaki en etkileyici şey kesinlikle Shirley Manson'ın müzikle uyumu. Müthiş bir sesi olmasının yanında, tamamen arka plandaki müzikle beraber hareket eden bir sesi var Manson'ın ve bu Garbage'ın müthiş bir sese sahip olmasına sağlıyor. Absolute Garbage'de işte bunların özeti, o yüzden notunu hakediyor.

B**

20.2.09

It's Not Me, It's You


It's Not Me, It's You
Lily Allen
Tür: Elektronik / Pop
Uzunluk: 43:12
Yap: Greg Kurstin
2009

Bayanlar baylar, sakin olun, Lily Allen'ın yeni albümü bu sefer playlistimde Tom Waits'in ardından gelmiyor. It's Not Me, It's You'nun yeri bu sefer Nine Inch Nails'in The Fragile'ının altında ufak bir bölge, ve orada gayet sakince dinlettiriyor bana kendini. Allen'ın ilk albümü uzun süre nefes alması için uygun bir türe sahip değildi, It's Not Me bu konuda kendini biraz daha geliştirmiş, Everyone's At It ve The Fear kesinlikle daha uzun süre akılda kalacak şarkılar, fakat albümün geri kalanı, her ne kadar Alright, Still'den daha olgun ve oturaklı bir sese sahip olsa da, ömür uzunluğu bakımından Alright'tan kesinlikle fazla gelişmiş değiller. Fakat The Fear, özellikle The Fear, o kadar muhteşem bir şarkı ki, durup onu dinlemek için bile albümü almak anlayışla karşılanabilir. Ama albümü alan farazi bir dinleyicinin aldığı albümün geri kalanının neden The Fear kadar nezih olmadığını merak etmesi? O biraz hayal kırıklığı yaratıcı işte.

C**

Part Two: The Endless Not


Part Two: The Endless Not
Throbbing Gristle
Tür: Endüstriyel
Uzunluk: 67:25
Yap: Throbbing Gristle
2007

Throbbing Gristle'ın, geçen yaz inanılmaz derecede aşık olduğum Indukti gibi efor gerektiren bir müzikal yapısı var. Başka bir şeylerle uğraşırken arka planda onun akmasını beklemek çok büyük bir hakaret Throbbing Gristle'ın müziğine, zira başka insanların hayatına soundtrack olmak yerine kendi başına ayakta duran bir derinliği, giriftliği var. Bu sadece müziğin kalitesi yeterli olduğu zaman anlaşılabilir bir şey ve Part Two için, müziğin kalitesi yeterliden çok daha fazla. Endüstriyel müziğin en keskin ve mat örneği Part Two, duyguları veya sitemli yakarışları yok, basitçe bir ses, bir melodi üreten mekanik dokunuşları var. Ve o mekanik dokunuşların bütünlüğünün altında da müthiş bir ruh var, az bulunan ve bulunduğunda hiç bırakılmaması gereken bir ruh.

B**

18.2.09

Scissor Sisters


Scissor Sisters
Scissor Sisters
Tür: Elektronik / Pop
Uzunluk: 50:47
Yap: Scissor Sisters
2004

Scissor Sisters, acayip bir şekilde, her zaman beynimin bir köşesindeki varlığından emin olduğum, fakat bir türlü o köşeden çıkartıp daha derinlikli inceleyemediğim bir gruptu. Sakin geçen bir günün ardından haşince gelen o "müzik bulmalıyım" hissinin kapsamında bunu yapmayı başarabildim en sonunda. Scissor Sisters, gerçekten de kaliteli bir elektronik yapıyor, popüler kökenlerden uzaklaştıklarını söylemek çok büyük bir yalan olur, fakat aynı zamanda bu kökenlerin zarar verdiğini söylemek de mümkün değil. Scissor Sisters çok rahatlıkla "dinlenebilesi" sayılabilecek bir albüm yani.

17.2.09

We Love You


We Love You
Semi Precious Weapons
Tür: Garaj / Glam Rock
Uzunluk: 35:21
Yap: Mario J. McNulty
2008

Glam Rock'a Velvet Goldmine'dan beri bir sempatim vardı, fakat Glam'in içindeki o saf 1970'ler havasını bir türlü aşamıyordum içsel değerlerini takdir edebilme yolculuğum için. Semi Precious Weapons, bu yolculuğun alakasız bir köşede soluklandığı bir sırada karşıma çıktı, tek LP'leri We Love You'yu bir köşeden indirip, başımın ağrıdığını ve muhtemelen Meddle'dan başka bir şey dinlememem gerektiğini bile bile yine de indirdim, dinledim de. We Love You -eğer genel bir topluluk da benim gibi Glam'i arada yirmi yıl boşluk bırakarak seviyorsa- aranan o albüm işte. Queens of the Stone Age gibi modern zamanların en sağlam müziğini yapan gruplardan birinin sesini alıp üzerine Glam ruhu niyetine sim tozu dökmek hiç kolay bir iş değil fakat buna rağmen Semi Precious Weapons bunu çok kolaymış gibi gösteriyor. Uzun vadede sizi bırakmayacak bir albüm olmayabilir, fakat kalitesi? Bunu sorgulamak gerçekten güç.

B***

16.2.09

Fantasy Business



Fantasy Business
Tasarım: Christophe Boelinger
Tema: Ortaçağ Gerçekçi / Finans / Müzakere
Oyuncu: 3-8
Süre: 45 dakika - 2 saat

Ömrümde gördüğüm en eserle alakasız eser ismi olmak dışında bir vasfı daha var Fantasy Business'in, kendisi aynı zamanda ömrümde gördüğüm en itici masaüstü oyunu ismi payesini taşıyor. Eğer oyunla alakasız biriyseniz, isme baktığınızda oyunun ortaçağ temalı bir cinsellik oyunu olduğuna yemin edebilirsiniz, fakat neyse ki durum bununla alakalı değil. Fantasy Business, Intrigue'in çok daha çocuksulaştırılmış bir versiyonu gibi gözüktü gözüme, buradaki çocuksuluk bir içerik yumuşatması değil, hayır, buradaki çocuksuluk daha ziyade sistemin bir kart oyununa dönmesi. Bu sistemin üstüne bir de yedinci elden sonra tekrarlayan bir müzakere ve finans sistemi eklediğinizde de vasat bir oyundan başka bir şey elde etmiyorsunuz. Sevmedim pek.

D***

15.2.09

Rock Band


Rock Band
Yap: Harmonix (Guitar Hero, Amplitude)
Yay: MTV Games
Tasarım: G. LoPiccolo / R. Kay / D. Teasdale / C. Canfield
Yaz: -
Müz: Lisanslı
Ritm Oyunu
ABD
2007

Aslında bu yazıyı yazabilmek için gerekli donanıma sahip bir insan mıyım bilmiyorum, zira Rock Band'i tam setiyle oynayamadığım gibi, Guitar Hero ile Rock Band arasındaki ince farkları ayırt edecek kadar da türle alakalı değilim. O yüzden ben de basitçe girebildiğim tek yer olan şarkılardan gireyim, açıkçası şarkı listesini Guitar Hero III'ten de, World Tour'dan da zayıf buldum. Yetersiz olduğunu söylemek (haşa) mümkün değil, fakat ilerlemek için çok ciddi bir sebep ortaya koymadığı da maalesef aşikar. Fakat yine de, aynı herhangi bir GH oyunu gibi, kendini oynatan, fakat benim kafamın yatmadığı bir mantığı var ve sırf mantığına kafam yatmıyor diye oyuna kötü diyecek değilim.

B

14.2.09

Death by Sexy


Death by Sexy
Eagles of Death Metal
Tür: Alternatif / Garaj Rock
Uzunluk: 38:48
Yap: Joshua Homme
2006

Wikipedia'da Eagles of Death Metal'in isminin nereden geldiği konusunda ufak bir bilgi var, wiki'nin söylediğine göre Jesse Hughes, Josh Homme'a Death Metal sevdirmeye çalışırken Josh Homme'un aklına gelen bir konseptmiş bu Eagles eğer Death Metal ile birleşseydi ne olurdu sorusuna verilebilecek varsayımsal cevap. Fakat Death by Sexy'yi dinlediğinizde, özellikle Death by Sexy'yi dinlediğinizde bir şey çok açık, bu Eagles ile Death Metal'in birleşiminden çok, Eagles ile Queens of the Stone Age'in birleşimi. Ritmlerde bunu görmek fazlasıyla mümkün ve her şeyden önemlisi, bu müzikal açıdan çok yüksek dinlenebilirlik oranına sahip bir sonuç çıkarmış ortaya. Eagles of Death Metal bir döneme damgasını vuracak bir klasik değil tabii ki, fakat bu yine de iyi bir albüm olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

B**

12.2.09

Pokémon Pearl


Pokémon Pearl
Yap: Game Freak (Pokémon Ruby, Pokémon Yellow)
Yay: Nintendo
Tasarım: Satoshi Tajiri / Junichi Masuda
Yaz: Satoshi Tajiri
Müz: Go Ichinose
J-RYO
Japonya
2007

Evet Pokémon Pearl klasik bir Pokémon oyunu mantığında ilerliyor, yani yine, yeni Pokémonlarla karşılaşıp onlardan kocaman bir koleksiyon oluşturmamız bekleniyor. Yani tamamen yepyeni bir tecrübe önerdiğini iddia etmiyor oyun. Fakat artık seriden beklenen bir şey olan her yeni oyunu ufak tefek tonlarca değişiklikle doldurma geleneği Pearl'de o kadar güçlü ki, Pearl, halefi Ruby'den fersahlarca ötede bir oyunmuş gibi geliyor. Contestler Ruby'de sormak zorunda hissettiğiniz "amaç ne?" sorusunu Pearl'de aklınıza bile getirmeyecek kadar geliştirilmiş ve bu, Ruby'de seriye sokulan ve Pearl'de mükemmelleştirilen bir düzine şeyden sadece biri. Berry'ler ve amaçları düzene sokulmuş, berry'lerden poffin yapmak nispeten zevkli bir mini oyun haline getirilmiş, gece-gündüz sisteminin geri gelmesiyle saldırırken çevreyi ve havayı kullanma durumu iyice derinleştirilmiş... üstelik bir de Pearl'in kendi yenilikleri var. Touch Screen'de duran Poketch ve ona yüklenebilen eklentiler tek kelimeyle harika, artan Poketop çeşitleri en alakasız adamın bile o yeni çeşit poketoplardan birine "lan tam buna ihtiyacım vardı senelerdir" şeklinde bir misyon yüklemesini sağlayacak kadar doyurucu ve benim en sevdiğim ufak, ufacık yenilik olan Pokémon fikirleri. Dr. Footsteps'in üzerinden size fikirlerini söyleyen Pokémonların söyledikleri bana tam bu oyunun ihtiyacı olan şeymiş gibi geldi, hatta bence direk olarak tam bu oyunun ihtiyacı olan şeydi. Monferno'm "Vahşi pokemonlar sahiplenilmiş pokemonları satılmış olarak görür, ama onlar hiç Liquid ile seyahat etmediler, bilmiyorlar" diyince hele, aklımda bu fikir daha bir oturdu. Her ne kadar pokemon dizaynlarının bazılarıyla problemim olsa da (bal peteği pokemon ne lan) genel olarak gerçekten beni hayal kırıklığına uğratmayan bir oyun oldu pearl, ki ruby'ye olan aşkımın seviyesinin ne kadar yüksek olduğunu düşünürsek bu hakikaten bir başarı.

A

10.2.09

New Super Mario Bros.


New Super Mario Bros.
Yap: Nintendo EAD (Twilight Princess, Wii Sports)
Yay: Nintendo
Tasarım: T. Tezuka / S. Asuke / M. Imaizumi / T. Matoba
Yaz: -
Müzik: A. Ohta / H. Wakai
Platform
Japonya
2006

New Super Mario Bros.'ın ismi inanılmaz bir paradoks aslında, çünkü bu uzun zamandır çıkan ilk eski Super Mario oyunu. Eski çünkü 2D evet, fakat ondan da önemlisi hissi. Tanımlayarak anlatamayacağım bir gerçekliği var New Super Mario Bros.'ın, anlattığı şey 83'te anlatılandan farklı değil, yani oyun aynı ve sadece bu yüzden eski veya en azından nostaljik hissetmesi gerekiyor. Fakat New Super Mario Bros. DS'inizi açtıran bir güç olmasını bu hislerden hiçbirine borçlu değil, onun bu gücü tamamen ve tamamen eskimemesinden geliyor hatta. NSMB, iyi bir oyunun yaşı olmadığının en büyük kanıtı gibi duruyor kutusunun içine, zira öyle. Platform türünün en iyi örneklerinden biri olmasının sebebi de bizzat bu zaten.

B*

Battlestar Galactica Sezon Dört Nokta Sıfır


Battlestar Galactica Sezon 4.0
10 Bölüm
Yaratıcı: Ronald D. Moore
Oyn: Edward James Olmos, Mary McDonnell, Katee Sackhoff, James Callis, Jamie Bamber
Jenerik Müziği - "Richard Gibbs - Gayatri"
2008

Galactica'nın dördüncü sezonu, beni ben ÖSS'ye deli gibi hazırlanırken bulan, çarpan ve silkeleyen, sonra unuttuğum ve en sonunda dünyanın öteki köşesinde tekrar bulduğum. Galactica'nın ele aldığı şeyi konunun hızında, yavaş ama doğru bir şekilde işleyen bir dizi olduğuna beni tekrar ikna eden o müthiş sezon. Size onu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Üç sezon bangır bangır anlattığı temaları hiç batmadan değiştirebilmesinden mi dem vursam, yoksa değişen, değişebilen karakterlerinden mi? Müthiş oyunculuklarına ne olacak peki? Bunları anlatmaktan yer bulup harika anlara eşlik eden harika müziklerden söz edebilecek miyim? Ben hiçbirini yapmayacağım ve sakince "olmuş" diyeceğim sadece, zira BSG'nin dördüncü sezonu, ya da en azından dördüncü sezonunun ilk yarısı, olmuş. Hakkıyla, hakikaten olmuş.

A*

9.2.09

Animal Farm


Animal Farm
George Orwell
112 Sayfa
1945

Türkçe oku demişti Mehmet ona sorunumu söylediğimde, mantıklı bulmuştum, zira gerçekten de türkçe yazmak için türkçe okuma ortaya atılabilecek en mantıklı çözümdü. En kısa zamanda Türkçe bir şeyler okumaya başlayacaktım fakat... fakat elimde Animal Farm vardı işte. Sovyet komünist devriminin ve genel olarak komünist herhangi bir devrimin, komünizme kendi içinde bir değer biçmeyerek, dürüst bir sunumu Animal Farm, domuzlar ve tavukları üzerinden hem de. Bu kadar kompleks ve bu kadar girift bir şeyin, bu kadar basit şeyler üzerinden anlatılması en büyük güzelliği zaten. Okunmaya değer, okutturmaya değer bir film Animal Farm, tekrar tekrar hem de, basitliğinin altındaki gücü anlayana kadar.

A**

7.2.09

God of War: Chains of Olympus


God of War: Chains of Olympus
Yap: Ready At Dawn
Yay: Sony Computer Entertainment
Tasarım: Ru Weerasuriya
Yaz: Cory Barlog
Müz: Gerard Marino
Aksiyon
ABD
PSP
Xbox 360

God of War serisi hakkında söylenebilecek -kötü- fazla şey yok gerçekten, PlayStation 2'nin müthiş kataloğuna müthiş bir kapanıştı ilk iki oyunu. Üçüncüsünün PlayStation 3'ü tam manasıyla açabileceği günlerde yan sanayi bir oyununun (yan sanayi diyorum zira Chains of Olympus'u yapan firma ilk iki oyunu yapan firma değil) PSP'yi "açması" mümkün mü? Evet. Çok mümkün. PSP'nin fazla özel ve arzulanacak seviyede olmayan oyun katalogunun tartışmasız en nadide parçası Chains of Olympus, akıcı oynanışı ve akıl almaz grafikleriyle PSP'yi "iyi ki aldım ya" dedirtebiliyor size. Bir şeylere vurmak isteyen her oyuncunun sevebileceği bir oyun olduğu için, veya daha doğrusu, şahane bir oyun olduğu için dedirtiyor üstelik bunu. Hakkı da var hani.

B**

Intrigue


Intrigue
Tasarım: Stefan Dorra
Tema: Ortaçağ Gerçekçi/Finans
Oyuncu: 3-5
Süre: 45 dk - 1 saat

Intrigue tüm oyun boyunca yalan söylemem gereken bir Battlestar Galactica'dan sonra ilginç geldi bana ve itiraf etmeliyim ki sevmemde büyük bir etken de buydu. Fakat Intrigue'in "bir seferde bir müzakere" şeklindeki sistemi ve her şeyden önemlisi ne önerdiğin konusunda Diplomacy veya BSG'den çok daha fazla kontrole sahip olduğun gerçeği belki de onu BSG'den sonra oynamış olmamdan bile büyük etkenlerdi. Diplomacy'nin çok önemli bir parçası olan ve benim beceremediğim aktif rekabetten arınmış bir müzakere oyunu Intrigue ve gerçekten müthiş.

A

Battlestar Galactica: The Board Game



Battlestar Galactica: The Board Game
Tasarım: Corey Konieczka
Tema: Bilim-kurgu
Oyuncu: 3-6
Süre: 2-3 Saat

Uzun süredir oynamak istediğim fakat bir türlü denk gelemediğim bir masaüstü oyunuydu Battlestar Galactica, en sonunda bugün denk gelebildim. İşleyişi genel olarak dizinin hissettirdikleriyle paralel olduğu için hoşuma giden bir sistemi var oyunun. Saylon sistemi, 6 kişilik oyunlarda bile en az iki saylon olacağı için biraz taraflı gözükse de (üstelik saylonlar dört farklı şekilde kazanabilirken insanların sadece bir kazanma yolu var) insan olarak kazandığınızda sarfedeceğiniz çaba daha yoğun olduğu için oyun sizi daha meşgul tutuyor. Ben saylon olarak oynadığım için oyundan taraflı olarak biraz daha zevk almış olabilirim, fakat saylon olmasaydım bile aynı zevki alacağımı düşünmem bence oyunun kaliteli olduğunun en büyük kanıtı.

B*

6.2.09

Elite Beat Agents


Elite Beat Agents
Yap: iNiS
Yay: Nintendo
Tasarım: Keiichi Yano
Yaz: Kishiko Miyagi
Müz: Lisanslı
Ritm Oyunu
Japonya
Nintendo DS
2006

Elimde 250 dolar, harcayacak başka hiçbir yerim olmadığından gamestop'un sitesinde fiyat karşılaştırıyorum. Bir el konsolu alacağım, orası kesin, fakat hangisi olmalı ki? DS? PSP? PSP Slim? DS Lite? PSP 3000? Uzun süre düşündükten sonra harçlığımın geldiği gün gidip bir orijinal DS bir de orijinal PSP alıyorum, iki versiyonun da bir üst modellerinin önerdiklerinden fedakarlık yapmak koyuyor, fakat oyunsuz konsol olmaz, iki konsolun yanına da oyun almam lazım. PSP oyunum zaten önceden hazır, bir DS oyunu bulmam lazım... Pokemon kesin, başka? Elite Beat Agents mesela? Alıyorum oyunu, kartı DS'ime takıyorum ve... suratımdan bir gülümseme geçiyor, evet, iyi ki DS de almışım, PSP'de. Müthiş bir tasarım, müthiş bir mekanik, diğer her oynanış türünü sıkıcı gösterecek kadar harika bir oynanış. Wii'nin ilk saatlerindeki etkiyi saatlerce koruyor Elite Beat Agents, diğer oyunları oynamak eski moda görünüyor gözünüze. Müthiş.

A*

4.2.09

FIFA 08


FIFA 08
Yap: EA Canada
Yay: EA Sports
Tasarım: Joe Booth / Kaz Makita
Yaz: -
Müz: Lisanslı
Spor (Futbol)
Kanada
Xbox 360
2007

Bilgisayarımın Fifa 09'u kaldırmamasının üzerine giriştiğim PES 2009 bana arzuladığım tatmini verememiş, ben de bunun üzerine arayışlara girmiş, bunu da buradan söylemiştim. Skate 2'yi sattığım için elime geçen parayla ne yapacağımı düşünürken aklımdan tam olarak bu geçmişti işte, bu yüzden de hemen Fifa 08'e yöneldim. 09'a paramın yetmeyeceğini biliyordum ve bunun üstüne bir de 08'i iki senedir denemek istediğim gerçeği binmişti. İki senelik beklenti, son umut olarak sarılmanın bunu arttırması derken... ay aman boş verin tüm bu artı gerilimi falan, her bir beklentimi karşıladı Fifa 08. PC'deki Fifa'ların tümünden daha gerçekçi bir oynanış, harika bir multiplayer, süper modlar, harika arayüz. Bana "iyi ki almışım lan seni" dedirten (evet oyunlarla konuşurum ben) fazla oyun olmamıştı son zamanlarda, Fifa 08 onlardan biri oldu, iyi de oldu.

A

Life is Fine


Life is Fine
Allison Whittenberg
192 Sayfa
2008

Bu yazıya şöyle başlamayı planlıyordum aslında: "Kendime not, artık okul kütüphanesinden aldığın kitapları ve çizgi romanları okumamam lazım.". Gelin görün ki şu an okul çantamda bir önceki cümlede okul kütüphanesi olarak tasvir edilmiş mekandan alınma bir Animal Farm duruyor, o yüzden şöyle başlamam daha uygun sanırım: "Nasıl yapıyorum bilmiyorum, fakat okul kütüphanesindeki en durağan kitaplardan birini almayı bu üçüncü başarışım." Oysa ki Life is Fine'ın ismi çarpmıştı beni, çok güzel değil mi gerçekten? Life is Fine, basit, sakin, omuz silken bir ismi var Whittenberg'in kitabının. Maalesef aynı şeyi Whittenberg'in kitabı için söylemek mümkün değil. Ne bekliyordum bilmiyorum fakat bulduğum şeyin o bilinmez beklentiyi bile karşılayamadığı açık, beynin kitap okuyan yerlerinde pek fazla sarsıntıya yol açmayan, durağan bir öyküsü var Life is Fine'ın. Pek sıradışı değil, olması gerekip gerekmediği başka bir yazının konusu olsa da bu yazının konusu gereği sıradışı olmaması iyi bir şey de değil.

E*

1.2.09

Spider-Man: Friend or Foe


Spider-Man: Friend or Foe
Yap: Next Level Games
Yay: Activision
Tasarım: Brandon Gill / Jeff King
Yaz: Brian Reed
Müz: James L. Venable
Beat 'Em Up
Kanada
Xbox 360
2007

Artık ne kadar süredir içimde birikiyordu bilmiyorum fakat geçtiğimiz günlerden birinde sanki senelerdir oradaymış gibi gelen Manhattan'da ağ ata ata dolaşma isteğim patlamıştı. Ben de bu isteği doyurmak adına Blockbuster'a gidip henüz denemediğim iki Spider-Man oyunundan birini aldım, diğerinin kötü olduğunu biliyordum. Beni Spider-Man oyunlarının hepsinin açık uçlu olduğunu düşünmeye ne itti bilmiyorum fakat sırf o düşünce yüzünden Friend or Foe ilk bakışta beni hayal kırıklığına uğrattı. Açık uçlu bir dünya olmadığı gibi ağ atarak dolaşma da yoktu zira. Friend or Foe, benim aksime kiraladığı oyun hakkında biraz bilgi edinmek isteyen herkesin bildiği gibi bir beat 'em up oyunuydu, Marvel Ultimate Alliance ve X-Men Legends'ın rol yapma kısımları budanmış versiyonuydu hatta. Fakat bu oyunu her ne kadar olağanüstü olamayacağı bir kategoriye soksa da onu kötü yapmıyor. Friend or Foe pek yanlış yapmadan düzgün bir beat 'em up olmayı başarmış ve her ne kadar aklınızı başınızdan alacak kadar sarsıcı/çarpıcı/tokatlayıcı falan olmasa da oynanabilecek seviyede bir oyun.

C***

Absolution


Absolution
Muse
Tür: Alternatif
Uzunluk: 52:19
Yap: Muse
2003

Muse'un büyük bir ünü var ve hemen bununla derdimi anlatayım, ben sebebini anlayamıyorum. Muse senelerdir aynı şarkıyı yapıyor. Aynı türü veya aynı temada ilerleyen albümleri değil, aynı şarkıyı yapıyor. Senelerdir Bellamy aynı şekilde bağırıyor, gitarlar aynı, davullar, sözler hepsi aynı. Arada buna istisna bir iki şarkı çıkıyor albümde, onlar da zaten Muse'un dinlenesi tek şarkıları oluyor benim gözümde. Absolution da bu kurala istisna değil, Hysteria dışında neredeyse tüm albüm Muse standartlarında, fakat Hysteria'dan sonraki şarkıların öncekilere kıyasla daha dinlenebilir oldukları da açık. Yine de dinlenebilirlik kaliteye işaret değil, bu yüzden Muse'un Absolution'ı pek kaliteli bir albüm değil.

D***

31.1.09

A Bit of Fry And Laurie Sezon Bir


A Bit of Fry and Laurie
6+1 Bölüm
Yaratıcı: Stephen Fry, Hugh Laurie
Oyn: Stephen Fry, Hugh Laurie
Jenerik Müziği: "Rory Gallagher - The Loop"
1989

İtiraf ediyorum A Bit of Fry and Laurie'yle ilgilenmemin tek sebebi Hugh Laurie'yi House'ta çok sevmiş olmamdı. Fakat ilk sezonunun tüm bölümlerini müthiş bir hevesle bitirmiş olmamın sebebinin Laurie'nin House performansıyla zerre alakası yok. İlk sezonun tüm bölümlerini neşe içerisinde neredeyse yalayıp yuttum çünkü A Bit of Fry and Laurie, zekice. A Bit of Fry and Laurie, kaliteli. Ve her şeyden önemlisi A Bit of Fry and Laurie inanılmaz komik. Monthy Python tarzı İngiliz komedilerinin izinden geçip kendi tarzını da yaratabilen bir dizi A Bit of Fry and Laurie ve gücünü de iki yıldızından alıyor. Müthiş, müthiş, müthiş, müthiş.

A

30.1.09

The Wrestler


The Wrestler
Yön: Darren Aronofsky (Requiem for a Dream, The Fountain)
Oyn: Mickey Rourke, Marisa Tomei, Evan Rachel Wood
Sen: Robert D. Siegel (Big Fan)
Müz: Clint Mansell (Requiem for a Dream, The Fountain)
ABD
2008

Sanırım gerçekten de 2008'in en iyi filmi gibi bir payeyi şaşkın gibi dağıtmamak lazımmış, gerçekten de 2008'in en iyi filminin henüz izlemediğin bir film olması olasılığı tahmin ettiğimden yüksekmiş. Sanırım gerçekten de, The Wrester'ı görmeden 2008'in hiçbir enini dağıtmamak lazımmış. The Wrestler normların dışında bir hikaye, girişi, gelişmesi ve sonucu her Aronosfky filmi gibi standart dizilimde veya belirli ayrımlarda değil. Mutlu veya mutsuz bir sonu, çözülen sorunları veya alttan anlatılan aşk hikayeleri yok. The Wrestler'ın hiçbir yanı normal değil ve Aronofsky'nin bunu aynı Fountain gibi, Requiem gibi ve Pi gibi, bu sıradışılığı mükemmel bir anlatım içerisinde göze batmadan sunabilmesi o kadar sersemletici ki... Rourke'un da, Tomei'nin de müthiş performansları buna yardımcı oluyor tabii ki, ikisinin de kusurları atlamadan anlattıkları insanların inandırıcılığının Aronofsky'ye yardımı inanılmaz. Müthiş, müthiş, müthiş bir film yani The Wrestler, seyredilmeli ve Aronofsky'ye nasıl bu kadar Tanrısal olabildiği sorulmalı.

A**

Meddle


Meddle
Pink Floyd
Tür: Progresif Rock
Uzunluk: 46:46
Yap: Pink Floyd
1971

Dark Side of the Moon, The Wall ve Wish You Were Here'dı benim Pink Floyd favorilerim, diğer albümleri de dinlemiştim ve bir fikir edinmiştim, hiçbiri de gözümde olumsuz bir etki bırakmamıştı. Meddle'ı atlamışım. Nasıl oldu bilmiyorum, Meddle'ı atlamışım ve bu konudan şu an hiçbir şeyden olmadığı kadar pişmanım. Meddle kompleks bir albüm çünkü, başında girdiği hissi sonunda elleriyle bozan, yıkan ve yerine yepyeni hisler çıkartan bir albüm. Pink Floyd'un saykedelik deliklerden progresif sorumluluklara çıktığı, daha doğrusu çıkmaya başladığı bir albüm. Ve tek bir yanlış adım atmıyor Pink Floyd bu albümde. Doğru ve bütün bir albüm Meddle ve Pink Floyd'la ilişkiniz ne seviyede olursa olsun, favorilerinizin arasına girmeyi hak ediyor.

A**

27.1.09

Alright, Still


Alright, Still
Lily Allen
Tür: Pop/Electronica
Uzunluk: 37:12
Yap: Çok fazlalar
2007

Tom Waits'ten hemen sonra listemde yeri olan bir albümün bu kadar tezat olması iyi bir şey mi yoksa kepazeliğin dik alası mı henüz karar veremedim, vermem gerektiğinde bir karar vereceğim elbet, neyse ki o zaman gelene kadar vakit geçirebileceğim çok güzel bir albüm var elimde. It's Not Me It's Not You'nun çıkışında haftalar kalmışken ve o albümün The Fear'ı tatlı tınısı ve hoş temasıyla kulaklarımızı okşamışken senelerdir "bir ara dinleyeyim ya" kategorimde bulunan Alright, Still'i dinleme kararı aldım, iyi ki de almışım. MTV Pop'undan uzak, Brit hisleri ve Brit tavrıyla Pop yapan bir albüm bu, her şarkının pop altyapısının altından başka bir türe ait ufak parçalar koparabiliyorsunuz, başka kokular ve bambaşka yazınlar sizi yakalayabiliyor rahatlıkla. Ve bu ilk bakışta basitlikle kolaylıkla yargılanabilecek olan Allen'ı derinleştiriyor, dinlenesi yapıyor. Ben de dinlenesi diyorum o halde, çok, çok dinlenesi. Bu arada yazıya sıkıştırabilir miyim diye yazı boyunca debelendim ama olmadı, burada bir yerde Lily Allen'ın bence dünyanın en güzel kadınlarından biri olduğunu söylemem lazım. Oh söyledim, yarım saattir bakıyorum konuyu nereden bağlayabilirim diye ya... hah ulan.

B**

Small Change


Small Change
Tom Waits
Tür: Caz
Uzunluk: 49:28
Yap: Bones Howe (The 5th Dimension - The Magic Garden)
1976

Tom Traubert's Blues ile açılıyor Small Change, Waits hırıltılı sesiyle Avustralya'nın en ünlü terimiyle döşediği şarkısını söylerken büyük bir şeylerin geldiğini hissediyorsunuz. Sonra şarkıların kalbi değişiyor, eğlenceli, ilginç, estetik, aşık, ayyaş ve sorunlu oluyor şarkılar. Ama hiçbir zaman vasat olmuyorlar, hiçbir zaman sıkıcı değiller. Tom Waits'in en kötü dönemlerinden bir kupleyi dinlerken şarkının ritmine, estetiğine gülümserken buldum ben kendimi hep. Yavaş yavaş üzerimde etkisini bırakan şarkıları dinlerken bunları Halisünojen'e nasıl yazarım diye de hep düşündüm. Fakat tek bir kelimeden fazlası gerekmiyordu aslında Small Change için, "müthiş"'ten başka tek bir kelime bile gerekmiyordu. O zaman hatamı düzeltmeliyim hemen, Small Change, Tom Waits'in Small Change albümü; "müthiş."

B***

26.1.09

Dexter Sezon Üç


Dexter Sezon 3
12 Bölüm
Yaratıcı: Jeff Lindsay (Roman)/James Manos Jr. (Uyarlama)
Oyn: Michael C. Hall, Jimmy Smits, Julie Benz, Jennifer Carpenter, Desmond Harrington
Jenerik Müziği: "Rolfe Kent - Dexter Main Title"
2008

Önceleri Dexter'ın üçüncü sezonunun vasat başladığını düşünmüştüm, yanlış anlamayın, fikrim şimdi iyi yönde on beş kat ilerlemedi, ama yerinde de saydığı söylenemez. Dexter'ın üçüncü sezonu, anlattığı hikayenin giriftliği veya özgünlüğüyle değil, hikayesini anlatış biçimiyle çarptı beni. Hikayesini önceleri basit tatmin alışverişleriyle satan bir Dexter vardı karşımda, sonra bu fazla değişmedi, fakat o tatmin alışverişinin sunulması iyileşti, güçlendi. İyi oyunculuklar, mükemmel müzik ve fena olmayan senaryo zaten vardı ve sunumun daha da güçlenmesi dizinin bana göre bu vasat sezonundan daha iyi bir zaman seçemezdi, zira tüm eksilerine rağmen, sırf kendini estetik her açıdan satabilen bir Dexter, üçüncü sezonunda hayal kırıklığına uğratmadıysa tek sebebi bu.

B

Shadows Over Camelot


Shadows Over Camelot
Tasarım: Serge Laget, Bruno Cathala
Tema: Ortaçağ Fantastik/Edebi
Oyuncu: 3-7
Süre: 90-120 dk.

Shadows Over Camelot oynanış olarak benim asla deneme fırsatı edinemediğim Battlestar Galactica'ya benziyor, 7 şövalye farklı görevler alıp Kral Artur'un masasına 12 beyaz kılıç koymaya çalışıyorlar, fakat aralarından biri bir hain ve gizli gizli masaya 7 siyah kılıç veya camelot'un kapısına 12 mancınık koydurtmaya çalışıyor. Bu oyun mekaniği kulağa geldiği kadar ilginç oynanıyor da, fakat garip bir şekilde hain açığa çıkarılana dek aktif hasar veremiyor. Hainin gizli kaldıkça daha çok hasar verebildiği bir oyunu açıkçası tercih ederdim, zira bu durum haini gereksiz bir biçimde kendine zarar veren, kısıtlanmış bir duruma sokuyor. Her şekliyle SoC oynadığım en iyi board oyunu değil, fakat ilginç bir mekaniği var ve rol yapmaya zorlaması da onu ayrı bir noktaya koyuyor ister istemez.

C**

24.1.09

Dexter Sezon İki


Dexter Sezon 2
12 Bölüm
Yaratıcı: Jeff Lindsay (Roman)/James Manos Jr. (Uyarlama)
Oyn: Michael C. Hall, Julie Benz, Jennifer Carpenter, Erik King, Jaime Murray
Jenerik Müziği: "Rolfe Kent - Dexter Main Title"
2007

Dexter müthiş bir birinci sezonla çarpmıştı beni, bu blogda da bu husustaki görüşlerimi zevk içerisinde saçmıştım. Saçmadığım şey ise ikinci sezona dair mevcut bulunan şüphemdi. İkinci sezon gerçekten de ona dair olan şüphelerimin bir kısmını doğru çıkardı. İlk sezondan (büyük ihtimalle Lindsay'in romanlarının umursanmamaya başlanması yüzünden) çok daha sığ konular işliyor 2. sezon. Dexter'ın karakter değişimlerini sezonun başında kardeşiyle olan karşılaşmasına rahatlıkla bağlayabiliyorken sahneye Lila'nın girmesi ortaya çıkan zavallı çaresiz ve zavallı çaresizlikten manyak bir şeyler yapan kadın portresi yüzünden diziyi saat 17'de yayınlanan Arjantin dizilerine veya e2'nin aptal İngiliz dizilerine benzetiyor. Dexter bir şeyler anlatmaya çalışıyor fakat anlattığı çoğu şey klişe ve ilk sezon kadar çarpıcı değil. İkinci sezonda da çok büyük twistler var fakat hiçbiri birinci sezonun tokat havasında değil. Fakat aynı şekilde, dizi sıkıcı da değil. Dizi hala izlemesi en keyifli dizilerden beri, fakat birinci sezon her bölümün içinde bir çekirdek gibi muhafaza edilen o ruh ikinci sezonda neredeyse yok gibi. Sanırım her dizinin Rome ve Six Feet Under gibi ikinci sezonlarında ilk sezonlarını aşamayacağını kabullenmem lazım. (diğer favori dizilerim olan Lost, How I Met Your Mother ve 4400 ilk sezonlarını üçüncü sezonlarında aşmışlardı, Battlestar Galactica ise istikrarlıydı).

C***

Carry On


Carry On
Chris Cornell
Tür: Alternatif Rock
Uzunluk: 55:20
Yap: Steve Lillywhite (U2 - How to Dismantle an Atomic Bomb)
2007


Sadece "aa Chris Cornell Billie Jean coverlamış" diye kendi kendime bir merak oluşturmuştum. Hakettiğim bu değildi. Evet Chris Cornell hakikaten de Billie Jean coverlamış, güzel bile yapmış, fakat albümün geri kalanını insan insana yapmaz. Yani buraya yazıyorum, Audioslave ve Soundgarden gibi iki müthiş gruptan çıkan adam insanlığı böyle bir vasatlığa maruz bırakmamalıydı. Klişe sözler, klişe iniş-çıkışlar, ne gaza getiren, ne hüzünlendiren ne de düşündüren, gereksiz şarkılar oluşturmuşlar. Bu kadar vasatlık Cornell'in tecrübesine sahip bir adamın şarkılarından kulaklarımıza yayılamaz diye bir iddiası olanlar meraklarını dindirmek için bu albüme dokunabilirler, fakat şu haliyle ömrümde duyma zahmetine katlandığım en zavallı albümlerden biri Carry On. (Billie Jean cover'ı hakikaten fena değil bu arada)

F**

21.1.09

Dexter Sezon Bir


Dexter Sezon 1
12 Bölüm
Yaratıcı: Jeff Lindsay (Roman)/ James Manos, Jr (Uyarlama)
Oyn: Michael C. Hall, Julie Benz, Jennifer Carpenter, Erik King
Jenerik Müziği: "Rolfe Kent - Dexter Main Title"
Showtime
2006

Dexter hakkında söyleyecek fazla sözüm yok, söylenmeye değer çok fazla söz var ama, bunların arasından benim söyleyebileceklerim fazla değil. Dexter benim gördüğüm tartışmasız en rafine dizilerden biri, Michael C. Hall'ın beni ekranda gözüktüğü anlardan değil, ekranın dışındaki anlatımından vuran oyunculuğu, güçlü diyaloglar, beyin sökücü konu virajları, hepsi müthiş uygulanıyor Dexter'da. Konu yavaş işlenmesi gerektiğinde yavaş, tempolu olması gerektiğinde tempolu, oyunculuklar ne aşırı ne de yetersiz, müzik korkutucu derecede akılda kalıcı ve karakterlerin altı yeterince çizili. Ben Six Feet Under ve Rome'dan beri, Lost'tan başka, bu kadar şeyi doğru yapan bir dizi görmemiştim. Dexter, Six Feet Under'ın ilginç konusu, Rome'un mükemmel karakterleri ve Lost'un konu virajlarının Michael C. Hall isimli tanrısal bir potada eritilmiş versiyonu (fakat yanlış anlamayın, Six Feet Under'ın da süper karakterleri, Rome'un da konu virajları, Lost'un da ilginç bir konusu var, bahsettiğim o değil). Daha ne söyleyebilirim bilmiyorum ve aslen bir şey söylememe de pek gerek yok.

A**

20.1.09

Night Fisher


Night Fisher
Yaz: R. Kikuo Johnson
Çiz: R. Kikuo Johnson
Fantagraphics
2006
ABD

Night Fisher'ın anlatmayı denediği hikaye çok sıradan ve basit, uyuşturucuya başlayan bir lise öğrencisi. Ve size bu çizgi roman hakkında söyleyebileceklerim de bu kadar. Night Fisher, okul kütüphanesinde denk geldiğim ve "dur bakalım ne bu" diyerek okumaya başladığım, "başlamışken bitirelim" diyerek de bitirdiğim bir çizgi roman ve eseri nasıl ve niye okuduğumu eserin kendisinden daha fazla kelimeyle anlatmış olmam çizgi romanı gayet iyi özetliyor, Night Fisher vasatın gayet sıkıcı derecede altında ve anlatmaya da, anlamaya da fazla değmeyen türden.

E**

Milk


Milk
Yön: Gus Van Sant (My Own Private Idaho, Good Will Hunting)
Oyn: Sean Penn, James Franco, Josh Brolin
Sen: Dustin Lance Black (Big Love)
Müz: Danny Elfman (Batman, Spider-Man, Hulk, Good Will Hunting)
ABD
2008

Milk garip bir film, senaryosu, eğer tabiri maruz görürseniz, "doğru", yani bir sorunu yok. Daha doğrusu, tek bir sorunu var, o da olağanüstü bir tarafı da yok. Bu tür "tabu yıkıp dünya değiştiren adam" filmleri genel olarak basit formüllerdir aslen, yani yanlış yapmamayı becerebilirlerse genelde amaçladıkları gibi seyirciyi gaza getirip sinema salonundan evlerine mutlu yollayabilierler. Milk yanlış yapmasına rağmen beni neden etkileyemedi öyleyse? Bunun basit bir cevabı var, o da yıkılan tabularla değiştirilen dünyanın ölçeğinin etkileyici olmaması. Yani Harvey Milk ve sevgilisi filmin başında da halk içinde öpüşebiliyorlar, taşlanmıyorlar. Evet, politik olarak kabul edilmiyorlar ve hatta politik bir saldırının da hedefi vaziyetindeler, fakat bu aşılması akıl almaz bir durum gibi gözükmüyor gözünüze. Eğer bunu bu tür filmlerin senelerdir kullanılan teması "ezilen siyahların başkaldırışı" terimleriyle anlatırsak bu biraz Obama'nın ilk siyahi senatör seçilmesini anlatmaya benziyor ve takdir edersiniz ki bu Ray Charles'ın siyahların alınmadığı bir konser salonunda konser vermeyi, servetini ve şöhretini tamamen kaybetme pahasına reddetmesi kadar anlatılmaya değer bir hadise değil, ya da başka kelimelerle, yeterince sinematik değil. Tüm bu dertlerden çeken Milk iyi oyunculuklarla bezenmiş olmasına rağmen yine de aklınızda bir iz bırakmıyor ve öyle gelip geçmekten öteye gidemiyor.

D***

18.1.09

Slumdog Millionaire


Slumdog Millionaire
Yön: Danny Boyle (Trainspotting, 28 Days Later)
Oyn: Dev Patel, Freida Pinto, Anil Kapoor
Sen: Simon Beaufoy (The Full Monty)
Müz: A. R. Rahman (Elizabeth: The Golden Age)
İngiltere/Hindistan
2008

Mükemmel olmaktan sadece son bir iki sahnesi yüzünden uzak, kusursuzluğa, seyirci ruhunda tek bir yanlış notaya basmadan iki saatlik bir seyir sunmaya en yakın 2008 filmi var karşımızda. Dev Patel, Anil Kapoor gibi oyuncuların hiç beklenmedik performansları, Danny Boyle'un dahiyane çekimleri, Beaufoy'un hızı, draması, trajedisi ve gerilimi yerinde senaryosu ve A. R. Rahman'ın müthiş müzikal çalışması o kadar güzel birleşiyor ki Slumdog Millionaire'de. Melodramatik anlarında bile sömürü hissi uyandırmayan, temiz ve güçlü bir hikaye Slumdog Millionaire ve üstte saydığım her faktör bunun gerçekleşmesini sağlayan o müthiş etkenler. Kesinlikle ve kesinlike 2008'in şu ana kadar gördüğüm en iyi filmi.

A*

Pro Evolution Soccer 2009


Pro Evolution Soccer 2009
Yap: Konami (Metal Gear, Silent Hill)
Yay: Konami
Tasarım: Shingo "Seabass" Takatsuka
Yaz: -
Müz: Lisanslı
Spor
Japonya
PC
2008

PES serisiyle pek içli dışlı değilim, PES 2009'a da normalde hiç bakmazdım. Fakat ona fakirhane adını takmam için beni zorlayacak kadar gariban laptopum FIFA 09'ı kaldırmayınca bir futbol oyununa sarılmak zorundaydım. Bu arzunun üzerine Become A Legend modunun etkisi de binince PES 2009'un muhabbeti nasılmış gidip bir görmek istedim. Gördüklerimden hiç memnun değilim, Become A Legend modu atmosferik açıdan harcanmış potansiyel kokuyor buram buram. Yapılabilecek birçok şey yapılamamış ve üstümüze fırlatılan mod gayet sıkıcı ve sıradan. Karakter yaratım süreci hoş fakat bir şekilde yarattığınız her beyaz karakter Beckham'a benziyor, bu bilinç altından gelen bir dürtü mü anlayamadım. Oyunun yapay zekası düşük seviyelerde korkutucu derecede aptal, ve bu çok daha iyi ayarlanabilirdi, zira düşük zorluk seviyesinde oynayan biri bile bir kalecinin karambolden yeni çıkmış ceza alanında aldığı topu iki metre ilerisine atmak yerine sahanın öteki ucuna dikeceğini bilir, ama belli ki PES 2009'un amatör seviyesi kalecileri bunu bilmiyor. Fakat çok da önemli değil, oyun bu koşullarda bile Become A Legend'ın vaatleriyle oynanabilir olurdu, BAL'ın yedekte oturduğunuz saniyeler boyunca maçı size izlettirmesi ve kadroya giremediğiniz zaman size antrenman maçları oynatması gibi detaylar işin içinde olmasaydı. Tüm bunlardan zaten anlamışsınızdır fakat PES 2009'u gayet vasat ve sıradan buldum ben, notunu da haliyle ona göre vermek istiyorum.

D***

The League of Extraordinary Gentlemen: Black Dossier


The League of Extraordinary Gentlemen: Black Dossier
Yaz: Alan Moore (Watchmen, V for Vendetta)
Çiz: Kevin O'Neill (Marshall Law)
America's Best Comics
2007
İngiltere

Alan Moore'un eserlerinin listesini Türkiye Süper Ligine benzetirsek başarı ve tanınmışlık açısından Beşiktaş'ı andıran (Galatasaray rolündeki Watchmen kadar çizgi roman camiası dışında tanınmış değil, fakat kesinlikle Trabzonspor rolündeki From Hell'den daha meşhur) League of Extraordinary Gentlemen serisinin Black Dossier ile devam ettiğini biliyordum fakat hiç denk gelmemiştim. Çizgi romanı şimdi okuyup bitirdikten sonra hayatımın Black Dossier'siz çok da eksik olmadığını fark ettim, Black Dossier iyi, fakat olağan üstü olmaktan da uzak bir çizgi roman, League'ün evrenini üçüncü bölüm için hazırlamaktan ve çok başarılı bir evren şeması oluşturmaktan başka pek öne çıkan bir vasfı yok. Ama olması gerektiği de pek söylenemez, çünkü dediğim gibi, Black Dossier sizi ve evreni üçüncü bölüm için çok başarılı bir şekilde hazırlıyor, ama tek başına öne çıkmadığı da bir gerçek

C*

17.1.09

Revolutionary Road

Revolutionary Road
Yön: Sam Mendes (American Beauty, Jarhead)
Oyn: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Michael Shannon
Sen: Justin Haythe (The Clearing)
Müz: Thomas Newman (American Beauty, Shawshank Redemption)
ABD/İngiltere
2008

Revolutionary Road, Sam Mendes'in American Beauty'nin stiline döndüğü ve "suburban" kilitlenmeleri anlattığı bir film olmuş. Senaryosu aklınızı başınızdan alacak bir özgünlüğe veya kusursuzluğa sahip değil fakat yine de kaliteli, fakat filmin sırtını dayadığı şey de zaten senaryosu değil, oyunculukları. Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet'in elekriği mükemmel ve ikisinin de oyunculukları bu senenin en iyilerinden, fakat bu zaten beklenen bir şeydi. Benim bu filmden aldığım en büyük gizli tat ise Michael Shannon oldu, ekranda çok fazla gözükmemesine rağmen Shannon gerçekten çok ilginç bir karakteri çok güzel oynamış. Tüm bunların altında müthiş bir güce sahip hikayeyi ekleyince de elimizdeki filme kötü demek mümkün değil, fakat benim tadından zevk aldığım filmler arasında da değil maalesef.

Ha bir de, evet, arasöz'ün öngördüğü değişiklikleri de değiştirdim ben. 

B


16.1.09

Arasöz

Böyle olmayacak bu. Yazmak çok monoton olacak yoksa.

Hmm şöyle yapalım o halde, her Pazar, o Pazar'ın nokta koyduğu hafta neler tüketmişim onu, hepsini anlatmak zorunda hissetmeyerek, ama not vererek ve bir iki kelime karalayarak listeleyeyim.

Böylece yazmak çok monoton bir şey olmasın.

Evet evet.

Lost Odyssey


Lost Odyssey
Yap: Mistwalker (Blue Dragon)
Yay: Microsoft Game Studios (Fable I-II, Age of Empires I-III)
Tasarım: Daisuke Fukugawa
Yaz: Hironobu Sakaguchi (Final Fantasy)
Müz: Nobuo Uematsu (Final Fantasy, Super Smash Bros. Brawl)
J-RYO
Japonya
Xbox 360
2007-2008

Tüm Oyungezer dergisine "Senenin RYO'su ve oyunu Fable 2'dir be!" diye diretiyordum Ekim'den beri, seçimlerinden, dünyasından, Albion'undan bahsediyordum sürekli. Serpil ablayla da bunu konuşurken orada olan Ali girdi söze, "Abi Lost Odyssey oynadın mı?" dedi. Daha başındaydım fakat "Evet," dedim, "evet oynuyorum şimdi. Fable 2'den daha iyi olacak gibi gözükmüyor." Pis pis gülümsedi mi bilmiyorum, fakat söylediği şey aklımda her zaman pis pis bir gülümsemeyle söylenmiş gibi kalacak. "Thousand-year Dreams'e gel" dedi çünkü, "sonra da tekrar konuşalım.". Ne alakası var dedim, Fable 2 ayrı Lost Odyssey apayrıydı benim gözümde. Ali bir şey demedi, "Bekle sen"'den başka. Meraklanıp oynamaya devam ettim ben de Lost Odyssey'i.

Ben çok fazla ağlayan biri değilim, hiç olmadım. Son beş sene içerisinde sadece babaannem vefat ettiğinde ağlamıştım. Üç senedir hiç ağlamamıştım yani, üç koca senedir, Hanna's Departure'a, Kaim'in bin yıllık rüyalarının ilkine kadar. Öyle anlatmıştı ki bana Lost Odyssey Kaim'in rüyalarını, nefesle, ruhla, kusursuzlukla karışık bir duygu, sonunda ağlayan bir adam, koskoca, cüsseli, elinde 360 kolu, çocuk gibi, Hanna gibi ağlayan bir adam. Bir sinematik değildi Hanna's Departure, bir ara sahne, veya herhangi bir tür video değildi. Hanna's Departure bir kitaptı, ya da çok büyük bir kitaptan alınan bir sahneydi daha doğrusu. Lost Odyssey'in ara sahneleri de var, yanlış anlamayın, fakat onlar değil bana bunları yazdıran, benim bunları yazarken bile ağlamama sebep olan. Rüyalar. Basitçe, bir resmin önüne, değişik hızlarda ve şekillerde akan yazılar. Yazılarda anlatılanlar, anlatım biçimleri, asla tekrar hissi vermeyen kelimeler, anlamlar, duygular. Her şey kusursuz Kaim'in rüyalarında, anlatım yönünden. Kelimelerin sırası, cümle seçimi, müziğin ahengi, kokusu, her şey yerli yerinde, her şey doğru. Yanağınızdan akan her şey ilahi geliyor Lost Odyssey'in ruhu söz konusu olduğunda çünkü Kaim'in rüyaları en iyi kitap kadar ulaşmaya değer, Kaim'in oyunu ise o ulaşma çabasında sizi sıkmayacak kadar akıcı.

Yanlış anlamayın, Fable 2 benim için hala 2008'in oyunu... Ama bunun tek sebebi Lost Odyssey'i yeterince oynamamış olmam. Evet, biliyorum, oyunu "inceleyeceğini" iddia eden biri için doğru hiçbir şeyden bahsetmedim, ne oynanışından, ne başka bir şeyinden. Bahsetmek istemedim, herhangi bir oyun için de gerekmediği takdirde bahsedeceğimden şüpheliyim. Sadece anlatmak istedim ben, her zaman istediğim gibi.

A**

15.1.09

Vicky Cristina Barcelona


Vicky Cristina Barcelona
Yön: Woody Allen (Match Point, Annie Hall)
Oyn: Javier Bardem, Rebecca Hall, Penelope Cruz, Scarlett Johansson
Sen: Woody Allen (Match Point, Annie Hall)
Müz: Lisanslı
ABD/İspanya
2008

Öncelikle dürüst olayım, Woody Allen'ı pek sevdiğimi söyleyemem. Match Point'in Hitchcock'umsu stilinden etkilenmem dışında hatırladığım hiçbir Allen filmine olumlu yaklaşamadım, yaklaşmak istemedim belki de. Ama Vicky Cristina Barcelona, buna rağmen, bir şekilde izlemeyi istediğim bir filmdi. Belki konusu, belki oyunculukları, belki de aldığı Altın Küre yüzünden, bir şekilde Vicky Cristina Barcelona'yı izlemek istiyordum, en sonunda da izledim. Sorumuz şu o zaman, Allen, sevdirebilecek misin hocam kendini?

Filmin konusu genel olarak Allen'ın son birkaç filminde dışına çıkmaya çalıştığı şehir nevrotizmi temasına zıt denebilecek bir seviyede ilerliyor, kendini arayan bir kız, kendini bulup sonra kaybeden bir başka kız, kendinin nerede olduğunu bilen fakat ona ulaşamayan bambaşka bir kız ve ortasında, tam olarak ne olduğunu bilen bir adam. Bunların sadece "ne istediğini bilmek" üzerine dönmeleri bile yeterince keyifli bir seyir sunabilecekken Allen'ın garip seçimleri çıkıyor karşımıza. Oyunculuklar, tek başlarına bile karakterleri inandırıcı kılabilecekken senaryonun hızı elinde baltasıyla çığlık çığlığa buna dair tüm ihtimalleri yok ediyor. Ve evet, ben biraz huysuzum filme karşı.

Javier Bardem, film içerisinde müthiş bir performansla her şeyi çözmüş adam rolünü üstleniyor, yani Bardem'in karakteri Juan Antonio asla kişisel şüpheler yaşamıyor, geri düşmüyor, tökezlemiyor. Bu, sadece bu oturmuşluk yani, kağıt üzerinde felaket sinir bozucu. Fakat Bardem'in yorumu ve gözlerinin hareketsizliği (Langella'dan sonra Bardem'in de gözlerinin dikkatimi çekmesi çok şüphelendiriyor beni) karakteri anlaşılabilir bir noktaya çekiyor, anlaşılamayacak olan, Woody Allen'ın niye beş altı filmden sonra hala Scarlett Johansson'da direttiği.

Rebecca Hall güvensizliğini ve şüphelerini, senaryonun kendi karakterine dair yaptığı yanlışlarına rağmen çok inandırıcı bir şekilde sunuyor bize, Penelope Cruz ise kusursuz. İngilizce konuştuğu sahnelerde, nadiren ekranın içindeki bir kadına baktığımızı hatırlıyoruz, onun dışındaki her saniye Cruz role inanılmaz hakim ve ne yaptığını biliyor. Fakat iş Johansson'a geldiğinde şöyle bir duruyoruz. Scarlett Johansson devamlı mistik ve seksi gözüküyor, kırık ve hatalı gözükmesi gerektiği anlarda da, şüpheli ve pişman gözükmesi gerektiği anlarda da. Karakteri senaryoda filmin en kusurlu karakteri, fakat Johansson bunu Bardem'in başarıyla kaçındığı sinir bozucu kusursuzluğa çeviriyor. 

Ama filmin genel hızı zaten kendi başına yeterince sinir bozucu. Filmin ilk yarısı siz ne olduğunu anlamadan geçiyor, giriş kısa, fakat giriş-sonrası/gelişme-öncesi hazırlık dönemi heyecan verici ve komik sahnelerle dolu. Maria Elena'nın da resme dahil olmasının ardından geçen olaylar da gerçekten ilginç ve izlenmeye değer, fakat film, bitmesi gerekenden yarım saat sonra bittiği için, ağzınızda pis bir tat bırakmaya kararlı bir film kontenjanından giriyor 2008 filmleri arasına. Son yarım saat ilk bir buçuk saatin kötü, bozulmuş ve gereksiz bir kopyası gibi, alakasız karakterler alakasız roller üstleniyor, alakalı karakterler alakasız yerlere gidiyor, her şey ilk bir buçuk saatte gördüğümüz şeylerin tekrarı olduğu için klişe kokuyor ve sıkıcılık bir şekilde filmi ortalama bir seviyeye itiveriyor. Buna senaryonun hızını alamayıp giriş/gelişme/sonuç mantığına kafa göz girişmesini de ekleyince Vicky Cristina Barcelona'nın konusuna baktığınızda aklınıza gelen akıcılığa ulaşmamak konusunda ısrar ettiğini görüyorsunuz.

Evet, Woody Allen sevmiyorum, fakat Vicky Cristina Barcelona'dan umutluydum. Javier Bardem, Rebecca Hall ve Penelope Cruz'un performansları etraflarındaki vasatlıkla muhattap olmasalardı belki şu an muhabbetimiz daha iyi olabilirdi kendisiyle. Fakat olmadı, ve ben bir sonraki Allen filmine kadar Woody Allen sevmemeye devam edecek gibi gözüküyorum.

C