15.1.09

Frost/Nixon


FROST/NIXON
Yön: Ron Howard (A Beautiful Mind, Apollo 13)
Oyn: Frank Langella, Michael Sheen, Kevin Bacon
Sen: Peter Morgan (The Queen)
Müz: Hans Zimmer (Rain Man, The Dark Knight)
ABD/İngiltere
2008

Frost/Nixon hakkında garip bir şey var, daha doğrusu, filmin konusu hakkında. Film David Frost'un veya Richard Nixon'ın bir biyografisi değil, üstelik ikisinin de biyografik bir filme mükemmel konular oluşturabilecek olmalarına rağmen. Film, David Frost'un, Richard Nixon'la yaptığı bir röpörtajı konu alıyor. Bu garip, çünkü Frost'un Nixon ile olan röpörtajının politik anlamı her ne kadar büyük olsa da, bir filme yayılacak kadar sarsıcı değil, o yüzden filmin politik olmayı meşrulaştıracak kadar materyali yok. Aynı şekilde röpörtaj ve röpörtaja hazırlık sırasında geçen süre iki adamın da hayatında o kadar ufak bir bölümü oluşturuyor ki, filmin biyografik bir dayanağa oturması da mümkün değil. Peki nedir o zaman bize bir röpörtajın dramatizasyonunu seyrettiren?

Ron Howard, filmi, aynı Broadway oyunu gibi, iki merkez etrafına kuruyor, David Frost ve Richard Nixon, bu açık. Açık olmayan, filmin içerisinde saklanan bir tasarım kararı daha var ve o, filmin seyir istemesini meşrulaştırıyor: iki karakter, filmdeki diğer karakterlerin aksine, basitleştirilmiyor. David Frost'un araştırma takımı karikatürlerden ibaret, üç karakter var fakat üçünün de gerçek bir derinliği yok. Aynı şekilde Nixon'ın etrafındaki karakterler de tamamen boyutsuzlar, Kevin Bacon'ın oynadığı karakter bile ekranda çok fazla gözükmesine karşın belli bir derinlik kazanmıyor. Fakat iş filme adını veren iki karaktere gelince, ikisi de amaçları ve yaptıkları doğrultusunda deşiliyor, düşüşleri ve çıkışları sadece sonlara doğru, heyecanı arttırmak için doğaüstü bir seviyeye çekiliyor, fakat bunların tümü olup biterken bile Frost ve Nixon her zaman anlatılmaya değer karakterler olarak kalıyorlar. 

Eğer böyle bir şey deneyecekseniz, yani filmi tamamen iki merkez üzerine çekip diğer her şeyi basitleştirmeyi göze alacaksanız, tek bir şeye sahip olmanız gerekiyor, müthiş oyunculara. Ron Howard, bu konuda şanslı bir adam. Peter Morgan'ın daimi favorisi Michael Sheen David Frost'u mükemmel bir şekilde oynuyor, sahte gülümsemeleri ve ağzında donup kalan ifadeleriyle Frost hep etrafına ait değilmiş, sanki başka bir yerde olmayı o an her şeye tercih edermiş gibi bir his veriyor. Her şeyini kaybetmeye yaklaştığında ise Sheen dağılıyor, göz altı torbaları beliriyor ve gülümsemeler, sahte olanları da, yerini siteme, pişmana bırakıyor. Evet, Sheen işini harika yapıyor, ama mükemmel yapsaydı bile Frank Langella'nın yanına yaklaşamazdı.

Langella, Ron Howard'ın sinematografik olarak bir röpörtajı taklit etmesine mükemmel oturuyor zira. Ron Howard'ın çekim tarzı aynen bir röpörtaj şeklinde, kameranın ana odak noktası surat, solda veya sağda bir boşluk var, portreler ortada. Ve bunun ortaya çıkardığı şeyi zaman zaman oyuncular kaldıramıyor, Langella dışında. Langella, fiziksel olarak Nixon'a hiç benzemiyor, ne Nixon'ın meşhur sarkık yanakları, ne de fiziksel yapısı Langella'da bulunmuyor. Buna rağmen kamera odaklandığında Langella'nın gözleri devrilmeye, odaklanmaya, ağzı buruşmaya ve sadece suratının gözüktüğü anlarda bile vücut dili devreye girmeye başlayınca Nixon geliyor. 

Nixon'ın ve Frost'un bu kadar gerçekçi ve derin ele alınması filmi doğru zamanlarda doğru notalara bastıran bir olgu. Filmi seyrederken kendinizi birden yükselen atmosferin içinde buluyorsunuz, her iki karakterin de dibe düşüşünün gerçekçi portre edilmesi sizi sinemasal her anlamda bir sonraki için beklemeye itiyor ve en sonunda zirve anı geldiğinde filmin başından beri o noktayı beklediğinizi keşfediyorsunuz ve bu hoşunuza gidiyor. Morgan'ın müthiş senaryosu röpörtajın sakin ve beklentisiz olduğu noktaları bile dramatize edip güçlendiriyor ve Frost/Nixon, Howard'ın kamerasının kararlılığını da arkasına alıp küçümsenmeyecek bir noktaya koyuyor kendini.

O yüzden, benim film hakkındaki kararım kesin. Frost/Nixon, filme ismini veren iki karakteri dışarı çıkarırsak hiç matah bir film değil, fakat neyse ki az önce sarfettiğim cümle teorik olarak "insandan kalbini çıkarırsak geriye et kalıyor" gibi gereksiz bir cümle, zira cümlenin içeriğini değil de, cümleyi denklemden çıkardığımızda aklımızda sadece şu kalıyor: "bu film güzel ya."

B**

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder